11.03.2012 Birgün Pazar Eki
Özgür Gürbüz – ozzgurbuz@gmail.com
Bundan tam
bir yıl önce Japonya’nın Fukuşima eyaletinde dünya tarihinin gördüğü en büyük
nükleer kazalardan biri oldu. 100 bin civarında insan evini terk etmek zorunda
kaldı. Yaşadıkları yerlere geri dönebilecekleri şüpheli.
Fukuşima’daki
nükleer santralden suya, toprağa ve havaya radyasyon sızdı. Dünyanın en
gelişmiş teknolojilerine, depreme karşı en dayanıklı yapılarına sahip Japonlar,
nükleer karşısında çaresiz kaldılar. Bölgede radyasyona bulanmış topraklar tam
bir yıldır dozerlerle kamyonlara yükleniyor ve canlı yaşamından uzakta
depolanıyor. Fukuşima’da toprak artık
nükleer atık muamelesi görüyor. Kirlenmiş alanda tarımsal ve hayvansal
üretim yapmak artık mümkün değil. 40 km. çapında bir daire içerisine ise girmek
yasak. Alınan 76 gıda örneğinde izin verilen miktarların üzerinde radyasyona
rastlandı. İnek etinden levreğe, mantardan domuz etine kadar bir çok üründe
sezyum, iyot gibi radyoaktif maddelere rastlanıyor. Balık tutmak, yemek ve
satmak hayal. Nazım Hikmet’in “Japon Balıkçısı” şiirinde söylediği gibi:
“Balık tuttuk yiyen ölür
Elimize değen ölür
Bu gemi bir kara bulut
Lumbarından giren ölür.”
Fukuşima artık kara bir bulut;
Çernobil gibi. Güya insanlığın gelişmesi için yaratılan teknolojik canavarın en
sinsisi nükleer santraller, bulundukları ülkelerin ekonomik ve sosyal
çöküntülerinin de mimarı oldular. Fukuşima’da radyoaktif kirlenmeye maruz kalan
ve boşaltılan bazı bölgelerde radyasyon seviyesi 510 milisivert/yıl, boşaltılma
kararı için gereken rakamın 25 katı ⁽¹⁾.
Kazadan
sonra hurdaya ayrılan dört reaktörü bugün yeniden yapmaya kalsanız en az 20
milyar dolar harcamanız gerekir. Reaktörün içindeki hasarlı yakıtları çıkarmak
en iyimser tahminle 10 yıl, tüm söküm işlemlerinin tamamlanması ise 40 yıl
sürecek. ABD’deki Üç Mil Ada’sı kazasından sonra yakıtın reaktörden çıkması 5
yıl sürmüştü. Siz şu satırları okurken, Fukuşima’daki her bir reaktöre tekrar
ısınmamaları için saatte 10 bin tona yakın su basılıyor ⁽²⁾.
Tabii bu rakamlar Japonya gibi elinde tüm teknolojik imkânları bulunduran bir ülke için geçerli. Mersin’de bir kaza olursa bu temizleme çalışmalarının kaç yüzyıl süreceğini varın siz hesap edin. Çernobil’den sonra halka yedirilip içirilen fındık ve çayı düşünün. Mersin’de meydana gelecek kaza sonrası kaç kasa limon, muz yiyeceğimizi yine varın siz hesaplayın. Antalya’da her denize girişimizde ne kadar radyasyona maruz kalacağımızı… Simitle değil, geiger cihazıyla yüzersiniz artık.
Japonya, Fukuşima kazasından sonra
ülkedeki diğer reaktörlerin hepsini çeşitli güvenlik testlerine tabi tutmaya
başladı. Şu anda ülkedeki 50 reaktörden sadece ikisi çalışıyor. Japonya elektriksiz
kalmadı, elektrik üretmenin bin bir çeşit yolu var. Siz bizim yetkililere
bakmayın, onlara kalsa “biraz radyasyon
kemiklere bile iyi gelir” ⁽³⁾. Japonya
kazadan sonra birçok gelişmiş ülke gibi yeni nükleer santral planlarını iptal
etti. Kaza öncesi ülke elektriğinin yüzde 30’unu karşılayan nükleer
santrallerden 2050’ye kadar tamamen kurtulabilecekler mi, onu tartışıyorlar.
Kazadan
bir gün öncesine kadar ülkemizdeki sözde uzmanlar nükleer santral pazarlamakla
meşguldü. Sorsaydınız, “Çernobil benzeri bir
kazanın tekrar yaşanması mümkün değil” derlerdi. Zaten Çernobil, Rus
teknolojisiydi ve bir insan hatası sonucu meydana gelmişti. Dünyadaki tüm
reaktörlerin insanlar tarafından tasarlandığını, kaza riskinin hiçbir sanayi
tesisinde (uzay mekiklerinde bile ölümcül kazalar oldu) sıfırlanamayacağını
bilmesek bu sözde uzmanlara inanırdık. Bu yalanlara yanıt acı bir örnekle
geldi, Fukuşima, en yüksek teknolojinin bile nükleer santrallardaki kazaların
önüne geçemeyeceğini, insanların hesaplayamadığı birçok tehlikenin var olduğunu
bize öğretti. Ne yazık ki hepimize değil...
2
Mart 2012 tarihinde Mersin’in Akkuyu beldesine kurulmak istenen nükleer
santralin Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) Raporu görüşe açıldı. ÇED raporunun
tutar yanı yok. Rapordan daha trajik olan aslında Fukuşima’dan bir yıl sonra
nükleer santralde ısrar edenler, onun yok etme gücüne inanmak istemeyenler.
Sanki gözleri kör, kulakları sağır; sanki lanetlenmiş gibiler. Hükümete oy
veren ve kendilerinin dindar olduğunu söyleyen kesime de şaşıyorum. Onların
Kuran’ın genel prensibini, bir şeyin zararı yararından daha fazlaysa o şeyin
haram kabul edileceğini, yani nükleer enerjinin haram olduğunu bilmeleri
gerekmez mi? Sesleri çıkmıyor. Gözleri kör, kulakları sağır ve yürekleri de
mühürlü.
⁽¹⁾ One Year After Fukushima, Sharon
Squassoni and Andrew Noble, CSIS, 7 Mart 2012.
⁽²⁾ UAEA, Fukuşima Dayçi durum raporu,
23 Şubat 2012.
⁽³⁾ Kenan Evren, dönemin
Cumhurbaşkanı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder