25 Aralık 2010 Cumartesi

TANRI BABA




Tanrı Baba, bir sabah uyanınca,
Biz insanları düşündü nasılsa,
Gitti pencereye: "Kim bilir, dedi;
Belki o gezegen yok oldu gitti.
Ama baktı, uzakta, çok uzakta,
Bir köşecikte fır dönüyor dünya.
Şeytan canımı alsın, dedi Tanrı,
Alsın vallahi bir şey anlıyorsam
Bu dünyalıların tutumlarından.






Ey benim minnacık yaratıklarım,
Ak ve kara, donuk ve yanıklarım,
Dedi Tanrı, en babacan haliyle;
Sizi ben yönetiyormuşum sözde.
Oysa, görüyorsunuz, Allah'a şükür,
Benim de sürüyle bakanlarım var,
Şeytan canımı alsın, dedi Tanrı,
Alsın vallahi, çocuklar, bu bakanları
İkişer üçer atmazsam kapı dışarı.






Boşuna mı kızlar verdim, şarap verdim size?
Güzel güzel yaşayasınız diye.
Nasıl olur da siz benim inadıma
Orduların Tanrısı dersiniz bana?
Ne yüzle adımı alıp dilinize
Top atarsınız birbirinize?
Şeytan canımı alsın, dedi Tanrı;
Alsın vallahi, çocuklar, bir tek
Orduya kumanda ettiysem bugüne dek.






Şu süslü püslü zibidilerin işi ne
Yaldızlı tahtlar üstünde?
Nedir o kasılmaları, böbürlenmeleri?
Beslediğimiz bu karınca beyleri
Sözden benden kutsal haklar almışlar
Benim inayetimle kral olmuşlar
Şeytan canımı alsın, dedi Tanrı;
Alsın vallahi, benden geldiyse eğer
Sizleri böyle kötü yönetenler.






Hiç bana kızmayın artık, çocuklar;
Temiz yürekli olun, bana yeter.
Sevişin, güle oynaya yaşayın,
Sizi yakar makarım diye korkmayın
Kralına da, yobazına da basın kalayı...
Ama keselim, Allahaısmarladık
Curnalcılar duyarsa yandık
Şeytan canımı alsın, dedi Tanrı
Alsın vallahi, o yüzsüz herifleri
Sokarsam kapımdan içeri.






Çeviren: Sabahattin Eyüboğlu












PIERRE JEAN DE BERANGÉR                                                   







25 Ağustos 2010 Çarşamba

CHAVE ALBERSTEIN - AH KUZUCUK


babam almıştı onu bana
sadece iki paraya.
kuzucuk! ah kuzucuk!
babam almıştı onu bana
sadece iki paraya.
anlatılır haggadah’ta.
düzenbaz kedi yattı pusuya,
zıplayıp yuttu kuzuyu bir lokmada
sonra köpek boğdu,
babamın aldığı kuzuyu yiyen kediyi.
babam sadece iki paraya
almıştı onu bana
kuzucuk! ah kuzucuk!
derken sopa geldi,
vurup dövdü
babamın aldığı,
kuzuyu yiyen,
kediyi boğan,
köpeği.
sadece iki paraya,
almıştı onu bana
kuzucuk! ah kuzucuk!
gecikmeden
ateş çıktı ve kül etti.
babamın aldığı,
kuzuyu yiyen,
kediyi boğan,
köpeği döven,
sopayı.
babam almıştı onu bana
sadece iki paraya
kuzucuk! ah kuzucuk!
ardından su geldi
babamın aldığı,
kuzuyu yiyen,
kediyi boğan,
köpeği döven,
sopayı yakan,
ateşi söndürdü.
babam almıştı o kuzuyu bana
sadece iki paraya.
sonra öküz geldi ve
babamın aldığı,
kuzuyu yiyen,
kediyi boğan,
köpeği döven,
sopayı yakan,
ateşi söndüren,
suyu içti.
babam almıştı onu bana
sadece iki paraya
kuzucuk! ah kuzucuk!
ardından kasap çıktı ortaya
ve babamın aldığı,
kuzuyu yiyen,
kediyi boğan,
köpeği döven,
sopayı yakan,
ateşi söndüren,
suyu içen,
öküzü kesti.
sonra ölüm meleği geldi
babamın aldığı,
kuzuyu yiyen,
kediyi boğan,
köpeği döven,
sopayı yakan,
ateşi söndüren,
suyu içen,
öküzü kesen,
kasabın aldı canını.
babam almıştı onu bana
sadece iki paraya
kuzucuk! ah kuzucuk!
neden şarkı söylüyorsun, küçük kuzu?
henüz bahar gelmedi buraya,
ne de fısıh bayramı erişti.
değiştin mi hiç?
değiştim ben bu sene.
ve her gece,
her bir gece.
sadece dört soru sormuştum sana
ama bu gece
başka bir soru düşündüm:
zalimin mazlum ile,
celladın kurban ile
dönüp durduğu
bu dehşet çemberi
bunca delilik ne kadar daha sürecek böyle?
bu yıl, benim değişen.
eskiden uysal bir kuzuydum,
sonra bir kaplan oldum
ve vahşi bir kurt.
güvercindim önceden, bir ceylandım.
bugünse bilmiyorum ne olduğumu.
babamız almıştı onu bize
sadece iki paraya
kuzucuk! ah kuzucuk!
ve her şey yeniden başlıyor işte...

22 Ağustos 2010 Pazar

SIRRI SUREYYA ONDER'IN REFERANDUM TERCIHI


© MEDYATAVA- Sırrı Süreyya Önder, Taraf Gazetesi'nde Rasim Kütahyalı'nın "kesin evet" diyecek yazısına Medyatava aracılığıyla yanıt verdi. İşte açıklaması.






BEN REFERANDUM OYLAMASINDA 'EVET' DEMEYECEĞİM!
Sırrı Süreyya Önder






Taraf Gazetesi yazarlarından Rasim Ozan Kütahyalı, bugün bir yazıyla benim referandum oylamasında 'kesin evet' diyeceğim şeklinde, haddini de cüretini de aşan bir paragraf yazmış. Mültefit bir tonla karışık irade hırsızlığı yapmıştır. Şunu açıkça söylemek istiyorum: Bir kere, ben bu referandumun tasarlanış ve sunuluşuna esastan itiraz ediyorum. Yedi yıllık AKP iktidarında halkın karşısına bir 'anayasa değişikliği' imkânıyla ilk defa (ve tek defa) çıkılıp da, ülkenin temel meselelerinin hepsine teğet geçilmesini ve 'halktan bir kez daha icazet alma' görüntüsü yaratılan bu evet/hayır ikilemi mantığını reddediyorum.


Siyasi partiler ve seçim kanununu değiştirmeyen, dokunulmazlık konusunda verdiği sözleri unutan, gerek kendi parti işleyişinde gerekse ülke içi sorunların halledilişinde hiçbir şekilde 'demokratik mekanizmaları' işletmeyen iktidar partisi, bir yanıyla açılımdan bahsederken, diğer yandan en son Hrant Dink'in katline yaptığı açıklamada olduğu gibi, milliyetçi ve kabul edilemez argümanları elden bırakmamaktadır.


AKP'nin en yetkili temsilcileri, verilecek "evet" oylarının %99 unu kendilerine verilmiş oylar olarak mütaala etmektedir.


Yöntemsel olarak bu platforma çekilen, egemenler arasındaki bir dalaşmaya 'evet' oyu vererek taraf olmam mümkün değildir.


Türkiye'nin emekçileri ve yoksullarının temel sorunları bu anayasa paketi içinde yoktur. Ayrıca, hükümetin bu referandum sonrasında temel insan haklarını genişletmeye yönelik bir çaba içinde olacağına dair en ufak bir emare de yoktur. Yoksullukla beraber Türkiye'nin ikinci temel meselesi olan Kürt sorununda AKP'nin ne kadar zalimane, bütün bir halkı tanımayan, onları ancak 'AKP'lileşirse' dikkate alacağını ima eden bir politika takip ettiği de herkesin malumudur.


Halkın göstermelik iradesini bile yok sayarak, Anayasa Mahkemesi tarafından dizayn edilen bu referandum paketine katılarak meşruluk kazandırmam söz konusu olamaz. Şimdilik, BDP'nin bu süreçte ortaya koyduğu iradeyle dayanışma halinde olduğumun ve yaygın, kolllektif sosyalist iradeden ayrı davranmayacağımın bütün kamuoyu tarafından bilinmesini isterim.






© MEDYATAVA-2010






Kaynak: http://www.medyatava.net/haber.asp?id=69328

10 Haziran 2010 Perşembe

TÜBİTAK Başkanı sayın Prof. Dr. Nüket Yetiş'e açık mektup


İstanbul, 7 Haziran 2010


Sayın Prof. Dr. Nüket Yetiş,
Sorumlusu olduğunuz TÜBİTAK’tan şikâyetçiyim. Sadece ben değil, matematikçi ya da değil, tanıdığım herkes şikâyetçi. Ben kendi dertlerimi size anlatmak istiyorum. Eğer isterseniz diğerlerinin dertlerini kendilerine sorup dinlersiniz.
Sayın Prof. Dr. Nüket Yetiş,
Basından mutlaka takip etmişsinizdir: 2007 yılında Şirince’de dağ başında, Nesin Vakfı bünyesinde bir “Matematik Köyü” kurduk. Kereste, taş, çamur ve samandan yapılmış geleneksel tarzda evleriyle, taş kaplanmış avluları ve daracık serin sokaklarıyla, çardakları, amfitiyatrosu, sadeliği ve içtenliğiyle, herkesin ilk bakışta âşık olduğu dünya güzeli yemyeşil bir köy oldu.
Halkımızın maddi katkısı ve emeğiyle kurduk bu köyü. Çoluk çocuk ve gönüllüler çalıştı inşaatında. Tam bir imece ürünü. Başka türlüsü de olamazdı zaten, biz günü gününe yaşayan mütevazı bir vakıfız.
Hiçbir maddi çıkar gütmeden bireysel çabalarımla 1998’ten beri her yaz düzenlediğim matematik yazokullarını artık Matematik Köyü’nde yapıyorum. Her yaz 500 dolayında liseli ve üniversiteli genç Matematik Köyü’nde dünya çapında matematikçilerle ve olağanüstü bir matematikle tanışıyor. Söylemeye gerek var mı? Bu öğrencilerin büyük çoğunluğu dar gelirli ya da yoksul.
Dünyanın her yerinde böyle bir girişim devlet tarafından desteklenir. Biz de projelerimizi desteklemesi için doğal olarak TÜBİTAK’a başvuruyoruz. Bu yıl da 11 yazokulu projemizin 7’sine maddi destek vermesi için TÜBİTAK’a başvurduk. Tüm projelerimizi desteklemeyeceğini deneyimle bildiğimizden, sunduğumuz projelerin iki ya da üçünü desteklerse, bu destekle diğer projelerimizi de yürütebileceğimizi düşündük.
TÜBİTAK, 7 projemizin 7’sini de reddetti!
Sayın Prof. Dr. Nüket Yetiş,
İzin verirseniz devam etmeden önce TÜBİTAK’la ilgili bir anımı aktarmak istiyorum.
Bundan bir iki yıl önceydi. Matematik Köyü’nde liseliler için bir proje tasarlayıp TÜBİTAK’a sunmuştuk.
Bir zaman sonra bir yazı geldi TÜBİTAK’tan. Ankara’ya gelip projeyi panelistler, yani hakemler önünde anlatmamı istiyorlardı.
“Herhalde bu herkese yollanan bir yazı, panelistler proje sunan, ama tanımadıkları, güvenmedikleri lise öğretmenlerini yakından tanımak
için böyle yapıyorlar, herhalde
bu davet bana yönelik değildir,”
diye geçirdim içimden.
Gene de emin olamayıp TÜBİTAK’a telefonla sordum. Benim de projemi panel önünde anlatmam gerekiyormuş... Projede her şey anlaşılmazmış...
Oysa projemizde her şey yazıyordu, ne eksik olabilirdi ki, nesi anlaşılmayabilirdi ki?
Randevu verilen gün ve saatte
bir işimin olup olmadığı da sorulmamıştı. Gitmek zorundaydım. Yol parasını da ödemiyorlardı. İşimi gücümü bırakıp İstanbul’dan Ankara’ya, TÜBİTAK’a gittim. Bekleme odasında bir süre bekledikten sonra panelin önüne çıktım.
Başkan ortayaşlı bir hanımdı. İkinci başkan, ya da panelin ikinci etkili ismi Darwin skandalında da adı geçen Sayın Çiğdem Atakuman’dı. Diğer beş panelist 20’li yaşlarda gencecik insanlardı. Elli yaşında bir profesörü İstanbul’dan Ankara’ya getirterek huzurlarına çağırmakta hiçbir beis görmemişlerdi.
Başkan sözü aldı:
- Ali Bey, dedi, ben projeleri önceden okumam. Bana projenizi anlatır mısınız?
Biliyorum inanılır gibi değil ama aynen böyle söyledi. Sayın Çiğdem Atakuman o günü anımsar sanıyorum, kendisine de sorabilirsiniz. Dayanamayıp bunun nedenini sordum.
- Çünkü projelerden habersiz geldiğimde çok ilginç sorular soruyorum, başkalarının hiç dikkatini çekmeyen şeyleri görüyorum... Öyle değil mi arkadaşlar? diye sorup etrafındaki gençlere baktı onay bekleyerek.
Diğerleri, nerdeyse tek bir ağızdan,
- Evet efendim, öyle efendim, dediler, çok ilginç sorular soruyorsunuz...
Neden çağrıldığımı anlamıştım. Bu saygısızlık karşısında bana sadece susmak düşüyordu.
Projeyi anlatmam istendi. Anlattım. Başkan,
- Ali Bey, dedi, derslerinizde soracağınız sorulardan birkaçını rica edebilir miyim?
En ilginç bulduğum birkaç soruyu söyledim. Kısa bir sessizlik oldu. Başkan etrafına bakındı. Herhalde kendisinden soruların yanıtlarını beklediğimi sanmış olmalı ki, sinirli sinirli gülümseyerek,
- Eskiden olsaydı bunların hepsine şıp diye cevap verirdim, dedi, ama unuttum bu konuları şimdi...
Oysa sorularımın hepsi değme matematikçiyi zorlayacak sorulardı. Kendim uydurduğum bu soruların bazılarının yanıtını bulmak için günlerce düşünmüştüm. Bazılarınınkini de hiç bulamamıştım... Ben sadece “ne kadar güzel sorular değil mi, güzel olduklarını teyit edin, heyecanımı paylaşın” anlamına bakmıştım panelistlerin yüzüne. Oysa onlar soruları bile anlamamışlardı.
Başkan devam etti konuşmasına:
- Ali Bey, dedi, biz sizi araştırmacı olarak çok iyi biliyoruz, tanınmış bir araştırmacısınız ve konunuzda belli ki çok iyisiniz, ama eğitimci olarak biz sizi hiç tanımıyoruz. İyi bir araştırmacı olmak demek illa iyi bir eğitimci olmak anlamına gelmez... Bu projede başarılı olacağınızı nasıl bilebiliriz ki?..
Bu aşamada projemi reddetmeye niyetli olduklarını anlamıştım. Son bir umutla kendimi savundum:
- Ama ben 5 yıldır liselilere yönelik Matematik Dünyası diye bir dergi çıkarıyorum... Derginin her sayısı on bin satıyor...
Etrafına bakınıp,
- Öyle mi? Bilmiyordum... dedi.
Diğerleri “evet öyle” anlamına baş salladılar.
- Ayrıca, diye ekledim, 20 küsur yıldır onlarca kez basılmış 5-6 tane popüler matematik kitabım var...
Gene etrafına sorgulayıcı
bakışlar attı.
Diğer panelistler gene “evet öyle” anlamına başlarını salladılar.
- Ayrıca haftada en az bir kez bir ilkokula, bir liseye konuşma vermeye giderim...
Başkan konuyu değiştirdi:
- Ali Bey, dedi, bizim konseptimiz daha çok eğlence ve oyun içeren projeler...
- Olabilir... Benim konseptim de böyle... Farklılık güzel şeydir...
- Ama biz bu tür projelere destek vermiyoruz, bizim konseptimize uymuyor...
- Afedersiniz ama burası sizin konseptinizi destekleme derneği değil. Sizin konseptiniz yazmıyor şartnamede.
- Üzgünüz...
Ayağa kalktım, kapıya doğru yönelirken,
- Destekleseniz de desteklemeseniz de bu proje gerçekleşecek, dedim sinirli sinirli. Bu projeyi desteklemek sizin için ancak bir onur olabilir...
Projem desteklenmedi elbet. Ama hiç olmazsa bu vesileyle bir panelist grubunuzla tanışma fırsatım oldu.
Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da TÜBİTAK’a sunduğumuz tüm lise ve lisans yazokulu projelerimiz reddedildi.
Geçen yıl hiçbir red gerekçesi gösterilmemişti. Bu yıl ısrarlarımız ve konunun basına yansıması karşısında red gerekçeleri sunuldu.
Gerekçelerin bir kısmı yersiz, bir kısmı dayanaktan yoksun, bir başka deyişle her biri aslında bir bahane.
Örneğin gerekçelerden biri, derslerin günün hangi saatinde yapılacağının belirtilmemesi. Alay gibi! Şartnamede olsaydı onu da yazardık ama yazmıyordu. Aklımıza da gelmedi doğrusu.
Bir başkası, ve bana en ağır geleni, Matematik Köyü’nü benim kurmuş olmam ve yönetmem ve orada yapılacak ve benim de yer aldığım bir projenin desteklenmesinin etik olmadığı!
Sayın Prof. Dr. Nüket Yetiş,
Projelerimizin desteklenmesi için, Matematik Köyü’nde matematik öğretmemem gerekiyormuş!
Hayatımın iki yılını ve varım yoğum her şeyimi verdim bu Köy’ü kurmak için. Başıma gelmedik bela da kalmadı. TÜBİTAK bu çabalarımdan dolayı beni kutlamak yerine, Köy’de yapılacak olan ve benim de yer aldığım projelere destek vermenin etik olmadığını söylüyor...
Hayatını matematiğe ve matematik eğitimine adamış biri Matematik Köyü yerine tatil köyü ya da dersane mi kurmalıydı? Panelistler Türkiye’de nasıl para kazanılacağını bilmiyorlar mı?
Sayın Prof. Dr. Nüket Yetiş,
Kurumunuzun reddettiği projelerin her biri birer mücevher değerindedir. Sadece Türkiye’de değil, dünyada
bu projelere eşdeğer bir proje kolay kolay bulunamaz. Özür dileyerek söylüyorum, ama gerçek bu: Bu projeleri haklı ya da haksız gerekçelerle reddetmek kimsenin haddi değildir. TÜBİTAK’ın bu projeleri öpüp başına koyması, destekleyecek bütçesi yoksa, başbakana, cumhurbaşkanına çıkıp örtülü ödenekten yalvar yakar para istemesi gerekir!
Reddedilen projelerimizin değerini anlayacak kadar matematik bilmiyorsunuzdur muhtemelen, zaten bilmek zorunda da değilsiniz. Herkesin konusu ayrı. Bana inanmayın ve lütfen bir bilene, bir anlayana sorun. Konuyla hiçbir ilgisi olmayan ya da yönlendirilmiş panelistlerinize değil ama.
Son olarak Sayın Prof. Dr. Nüket Yetiş, tüm içtenliğimle şunu söylemek istiyorum: TÜBİTAK’tan destek almamamıza değil, TÜBİTAK’ın destek vermemesine üzülüyorum!


Saygılarımla,
Ali Nesin


(9 Haziran 2010 tarihli Radikal Gazetesi'nden alıntıdır.)

7 Şubat 2010 Pazar

V for Vendetta





Kesinlikle ve kesinlikle çizgi roman olarak tüketilmesi gereken şaheser.

Var olan düzen aslında çoktan çökmüştü. Düzeni sağlamak adına hiçe sayılan özel hayatlar, sona erdirilen yaşamlar ve kanun namına yapılan kanunsuzluklar. Ülkenin her yerine yerleştirilmiş gizli kameralar ve dinleme cihazları. Dikkatli olun tüm hayatınız göz ve kulak tarafından kayıt altına alınıyor. Gerçi yanlış bir şey yapma şansınız zaten yok. Hükümetin yanlış olarak gördüğü her ne varsa yıllar önce yok edilmiş. Neyin hayal neyin gerçek olduğunu ağız’dan duymak varken beyninizi hiçbir şeye yormak zorunda da değilsiniz. Ne zaman çalışıp ne zaman dinleneceğiniz, ne zaman ağlayıp ne zaman güleceğiniz hatta ne zaman yaşlanıp ne zaman öleceğiniz bile belli… inanmayan varsa kaderin sesi’ne sorsun.

Vakti geldi… bu gidişe bir dur demenin, duran bir şeyleri harekete geçirmenin vakti. Herkesin bildiği ama bir türlü söyleyemediği şeyleri söylemeliydi biri. Biri isyan etmeliydi bir şeylere. Hatta gerekirse birileri ölmeliydi. Ama öyle birileri ölmeliydi ki onların çürüyen cesetlerinden yepyeni düşünceler filizlenmeliydi. Önce kaderin sesi susmalıydı belki de. Önce insanların kaderin değil kendi seslerini duyması sağlanmalıydı. Gerisi kendiliğinden gelirdi nasıl olsa…

vahşeti iliklerinde hissetmiş bir adamın intikam almak istemesinden daha doğal ne olabilir? Ama bu adamın tek derdi kuru bir intikam almak değil. Düşmanlarının sadece yaşamlarını değil fikirlerini de yok etmek istiyor. Bunun için yıllara yayılmış, çok ustaca düşünülmüş bir intikam planına ihtiyaç var. İnsanlara bir şeyler anlatmak yerine onları düşünmeye sevk etmek gerek. Ama bunun için yalnız kalmaya ihtiyaçları var. Öyleyse bi kaç kişiyi daha kurban etmeli. Peki, sırada kim var? Göz? Kulak?

Vazgeçmek yok, ölmekten, öldürmekten, karanlıktan, yalnız kalmaktan, başarısızlıktan korkmak yok. Adı yok, yüzü yok bir geçmişi hiç yok. Hepsini ondan çaldılar. Hücre arkadaşları birer birer ölürken onun beyninde yepyeni bir düşünce doğuyordu. İşte onu hiç kimse çalamadı. Şimdi intikam zamanı.

Yaşasın V!

1 Ocak 2010 Cuma

Ümmüşen - Sezenler Olmuş





seni yerlerde göklerde bulamazlarken
bende gizli olduğunu sezenler olmuş
dumlu dumluymuşsun yüreğimde
kımıl kımılmışsın bileklerimde


domur domur ter ışıl ışıl fer
ellerimde gözbebeğimde


aramızda dağlar yollar yıllar var iken
beni sana sımsıkı sarılı görenler olmuş
sargın yaprakmışım dallarına
yangın toprakmışım yağmurlarına


türkü olmuşsun... umudummuşsun
sevdama yarınlarıma...

Söz - Müzik : Ümmüşen
Düzenleme : Derya Köroğlu